Kayıtlar

Ayna Ayna Söyle Bana

Aynaya tek kişi bakarsan tek bir kişinin hayal kırıklıklarını görürsün. Ama iki kişi bakarsan gördüğün şey iki kişinin hayal kırıklıkları değildir. Çünkü sen, yanındaki insanın özüne karışıp kaybolurken, artık yalnızca onun en belirgin özelliklerinden biri olmuşsundur, bu yüzden gördüğün şey yine tek kişinin varlığıdır. Seni içine çekip yok eden kişinin seninle ilgili en büyük yanılgısı eşittir senin kayıp varlığın.  Aynada iki kişi görünmenin hiçbir yolu yoktur. Ya birisi diğerini içine alıp kendine katmıştır ya da diğeri onun hayatında "görünmez" olmak zorunda kalmıştır. Biri diğerinin hayatında hep vardır; ama ya içindedir ya da yanında görünmez şekildedir. Bu yüzden etrafa bakınmanın hiçbir manası olmadığı gibi, birinin içinde saklıyken diğerlerine görünebilmenin de yolu yoktur. Yanında görmek istediğin kişi neden orada yok diye isyan ederken fark etmediğin bir gerçek seni uzun süre yiyip bitirir. Bu gerçek, ikinizin yüzüne yansıtılan ayna karşısında bu iki yoldan birini ...

Gedik

Karşındakinin, sızman için ruhunda açtığı gedik sırf sen oradan içeriye girebil ve sonrasında çıkabil diye büyüyen ve küçülen bir yapıya sahiptir. O seni kendine katmak istediğinde senin çapın biraz büyükse eğer, rahat emilebilmen için esner, genişler ve alır içerisine. O tek bedendeki iki ruhtan birisi, bir gün dışarı püskürmek istediğinde gedik son bir kez daha esner ve dışarı atar, uygun olan hangisiyse onu. Ve püskürdüğün andan itibaren daha da büyürsün, bir daha seni asla içeri alamayacak kadar küçülmüş olan gedik karşısında. Terk ettiğin bedene bir daha asla ait olamama düşüncesi, o gediğin esnekliğini kaybedip küçük kalmasıyla başlar. Alice gibi büyümüşsündür ve kapı küçücüktür. Ve burası artık Harikalar Diyarı değildir. O kapıdan yeniden girebilmen için uzuvlarını küçültmenin bir yolunu bulman gerekir. Ama ruhun oradan ayrıldıktan sonra öylesine büyümüştür ki fizik yasalarına aykırı hale gelmiş olan bu alana yeniden sığma düşüncesi aklından bile geçemez. Eğilip bükülerek bir ...

Harry Potter Serisinde Ölüm ve Geri Gelme Olguları Üzerine Bir Değerlendirme

Son dönemde sosyal medya ağlarındaki sayfalarda Harry Potter serisine dair gördüğüm "neden herkes hayalet olarak geri dönemiyor?", "neden herkes portrelerde yaşamaya devam edemiyor?", "diriltme taşı kaç kez kullanılabilir?", "ölüm iksirle geciktirilebilen bir şeyse neden Dumbledore ya da Snape hemen öldü?"gibi yerinde sorgulamalar üzerine, seriyi defalarca okuyup üzerine kafa yormuş biri olarak bir kez daha bu hususlarda naçizane irdeleme yapmak gerekliliğini hissettim. Öncelikle belirtmem gereken şu ki,  fantastik roman türünde her zaman ucu açık bazı konular, cevaplanması bazen mümkün olmayan derin sorular söz konusudur ve bu tür romanların uzun seneler konuşulmasının nedeni de bu merak unsurlarında gizli olabilmektedir. Bu açıdan herkesin hemfikir olamayacağı, kişiden kişiye değişebilecek bazı noktalar ancak romanlarda verilmiş olan belli ana hatlar takip edilerek, en mantıklı çıkarımlar yapılmak suretiyle aydınlatılabilir, yorumlanabilir y...

İslamofobi Games Yeni Zelanda

Geçtiğimiz gün yalnızca müslümanlığın değil tüm dünyanın tepkisini çekmiş, gerek saldırı tarzı gerekse soğukkanlılığıyla salt terör saldırısının çok ötesindeki bir girişime imza atmış, arka planında oldukça derin bir ideoloji barındıran, Yeni Zelanda'daki cami ve sokaklarda insanları bir bilgisayar oyunundaymış gibi tek tek öldüren Avustralyalı  Brenton Tarrant   isimli şahsın oldukça çarpıcı olan o görüntüleri online yayınlaması üzerine, yazmak elbette kaçınılmaz olacaktır.  Saldırganın, "boğazın batı yakası" olarak tanımladığı İstanbul (ve çevresi) ile bu batı yakasında yaşayanlara karşı daha öncesinde yayınlamış olduğubir manifestoda açıkça, Konstantinapolis'in (İstanbul) Türk ve Müslümanların elinde olması, Ayasofya'nın kiliseden camiye çevrilmesi gibi durumlara ve genel olarak müslümanlığa karşı nefret söylemi yer almaktadır. İslamofobi mensubu olduğunu açıkça gördüğümüz Tarrant'ın durumu tarihsel bir inceleme de gerektirmektedir. Öyle ki saldırganın...

Göstergeler

Manevi olan her şeyden bu şiddette uzak kalmışlık, kayda değer bir şeyler yazamayarak popüler olanın peşinden gitme korkusu, senelerdir beni düzenli aralıklarla yazmaktan alıkoyuyor. Kitap yazmak bana göre gerçek bir mucize. Diz üstü çağda diz üstü edebiyatın ötesine geçememe endişesi yüzünden belki de hiçbir zaman bir roman yazmayacağım. Korkum insanlığa bir şey anlatmaya çalışırken, “çoğunluğa” hizmet edecek bir şey üretmekten. Yazılarıma ulaşan azınlığın o kadar az olmasını istiyorum ki. Ancak bu şekilde inanabilirim bir gün düzgün bir şeyler yazabileceğime. Öyle bir şey olmalı ki bu, bin yıl sonrasından birinin omzuna parmağımla dokunup ona kalbinin yerini gösterebilmeliyim. Bu kadar güncellikten uzak olmak ne mümkün.. Tüketmek yerine üreten toplum olma modasına uyarak, ürettikleriyle insanları tüketen yazarlardan biri olmak düşüncesiyle dehşet duyuyorum. İnsanların sorunlarından kaçıp eğlenebileceği bir şeyler yazmak. Yapılabilecek daha büyük bir kötülük var mı? Sorunlardan kaçır...

Dabbe: Cin Çarpması Filmi Analiz ve Tespitler

Hasan Karacadağ'ın korku sinemasına ait 9 filmden biri olup, aynı zamanda Dabbe serisinin 4. sırasında yer alan "Dabbe: Cin Çarpması (2013)" filmi hakkında pek çok fikir yürütüldü. Belki de seride en çok konuşulan film buydu çünkü 2006'dan bu yana batılı korku temalarını aşarak kıyamet alametlerinden biri olan Dabbe'yi konu alan filmler yapmayı kafasına koymuş olan yönetmenin, İmdb üzerinden de 7.0 gibi bir puan alan bu filmi, ardından üç film daha gelmesine rağmen en başarılı filmi olarak nitelendiriliyor. Diğer filmleri ise "Dabbe", "Semum", "Dabbe 2", "Dabbe: Bir Cin Vakası", "El-Cin", "Dabbe: Zehr-i Cin", "Dabbe 6", "Magi" şeklinde sürüyor. Film sayısına ve aynı tema üzerinden film yapmaya devam etmesine bakıldığında öyle ya da böyle Auteur yönetmen olarak sinema tarihimizde yer alan Karacadağ, Dabbe ,cin ve büyü temalarından asla kopmayacağını çünkü filmleri sadece korku sineması...

Yaşam Barışı

Güçlü olmanın kurtarıcı cazibesinin yanı sıra, en güçlü olmanın bitmek bilmeyen ağırlığı kabul etmemiz gereken bir gerçek. Büyüklerimiz, büyük olduklarını koşulsuz kabul ettiğimiz çocukluk dönemlerimizde bizleri eğer mümkünse sınıfta ilk üçe girmeye teşvik etmekte diretti. İlk üçe girebilmek şüphesiz başarı belirtisiydi ama sonu olmayan bir tehlike de doğurmuyor değildi: asla bitmeyecek olan birinci sıraya yerleşme mücadelesi. Ve ilk üçe girdiğimiz takdirde yaşamamız belirlenmiş olan süreç barizdi. “Olabildiğince yükselmeye devam etmek, ilk sırayı kapmak ve orada kalmak.” Bu yorucu mücadelenin ise tam karşısındaki es geçilmiş sonsuz özgürlük birçok ebeveynce reddedildi ve ötelendi. Dördüncü, beşinci ya da on altıncı olup da mutlu olmak. İnandığın hayatı yaşamak, sınıftaki tüm derslerde en yüksek notları almak yerine en iyi olduğumuz derste elimizden gelecek en yüksek verimi almak. Eğitimini aldığımız süre boyunca ilgi alanlarımızla ilgili en üst düzeyde bilgiye ve deneyime sahip olmak...